Martin Eden
- Hilal Taşcı
- 30 May 2021
- 7 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 31 May 2021
Oku & Yorum Kitap Kulübü'nün Haziran ayı için seçtiği kitap Jack London tarafından kaleme alınan yarı otobiyografik roman sayılan "Martin Eden" oldu. Kitaba ve filmine yönelik yaptığım incelemeyi paylaşmak istiyorum.

Jack London ile ilk tanışmamız ilkokul yıllarına rastlamaktadır. Yazarın ilk okuduğum kitabı "Beyaz Diş" olmuştur. Beyaz Diş'in mücadelesinin beni etkilediğini hatırlıyorum.
Jack London, Amerikan edebiyatı denilince akla ilk gelen isimlerden biridir. Eserlerinde yaşadığı dönemin zıtlıklarını yansıtmaktadır. Toplumdaki sınıf mücadelelerini ve çatışmalarını incelemiş, işçi ve aristokrat sınıfının analizini yapmıştır. Bu iki sınıf arasındaki farklılıklara ve çatışmalara neden olan faktörleri, kapitalist sistem eleştirisi temeline dayandırarak eserlerinde dile getirmiştir. Yazarın yaşamı ve eserleri incelendiğinde 19. yüzyılın Sanayi Devrimi'ne gelen sosyal ve ekonomik yapısı hakkında bilgi edinmemiz mümkündür.
Hayatı

Jack London ya da John Griffith London, 12 Ocak 1876 yılında San Francisco'da dünyaya gelmiştir. Amerikalı gazeteci ve roman yazarıdır. Çocukluk ve gençlik yılları büyük mücadelelerle geçmiştir. Jack London, Amerika'nın sert dönemlerine şahit olmuştur. 1893 yılında başlayan 1897 yılına kadar sürecek olan ekonomik kriz, Amerika'da yoksulluk ve sosyal adaletsizliği artırmıştır. Özellikle işçi sınıfı düşük ücretle çok ağır şartlarda çalışmak zorunda kalmıştır. Jack London da ülkede yaşanan bu olumsuzluklara maruz kalanlardandır.
Yazar, çok küçük yaştan itibaren çalışmaya başlar. Sekiz yaşında iken gazete satar, daha sonra bir çiftlikte işe girer. 13 yaşına geldiğinde Hickmott Konserve Fabrikası'nda günde 12-18 saat çok ağır koşullarda çalışmaya başlar. Fakat bu koşullara dayanamaz, dadısı Virginia Prentiss'den borç para alarak bir sandal alır ve kaçak istiridye avcılığı yapar. 17 yaşına geldiğinde denizci olmak için denizlere açılmaya karar verir. Japonya'ya fok avlamaya gidecek gemiye tayfa olarak yazılır. Bu yolculukta ölümle burun buruna geldiği çok tehlikeli anlar yaşar. Hayatta karşılaştığı bu güçlüklerin kendisini olgunlaştırdığını düşünmektedir. Daha sonra yine birçok işe girip çıkmıştır fakat beden gücüyle çalışmaktan yorulduğu ve emeğinin karşılığını alamadığı için kendini yazmaya vermiştir. Denizcilik yaptığı yıllarda Japonya'da tayfuna yakalanır ve bu yaşadığı olayı kaleme alır. Yazıya döktüğü bu olayı edebiyat yarışmasına gönderir ve birinci olur. Ödül olarak da 25 dolar kazanır. Başından geçen maceraları yazarak kalemini her geçen gün güçlendirir. Seyahat yapmaya karar verir ve Amerika'yı baştan başa dolaşır. Seyahatlerinde yaptığı gözlemleri, fabrikalarda yaşadığı tecrübeleri, işçi sınıfının ağır çalışma koşullarını ve kapitalist sisteme yönelik eleştirilerini eserlerinde ele alır.
Hayatının büyük bölümünü Amerika'da geçiren, çocukluğundan beri ağır şartlarda çalışan yazar, hayata yönelik birçok konuda düşünmeye ve sorgulamaya başlar. Bu sorgulama onun dünya görüşünü şekillendirecektir. Okumayı beş yaşında kendi kendine öğrenmiştir ve maddi sıkıntılar nedeniyle eğitimini devam ettirememiştir. Çocukluğundan beri okumayı çok seviyordur. Oakland Halk Kütüphanesi'nin müdavimlerindendir. Kütüphane onun hayatında çok önemli bir yere sahiptir. Oakland Halk Kütüphanesi'nde kütüphaneci aynı zamanda şair, yazar olan Ina Donna Coolbrith sayesinde Jack London birçok kitabı keşfetmiştir. Anna Karanina, Madam Bovary gibi dünya klasiklerini okumuştur.

Yazar iki evlilik yapmıştır. İlk evliliğini 1900 yılında Bess Maddern ile gerçekleştirmiştir. 1904 yılında London'ın aldığı kararla evlilik bitmiştir. İkinci evliliğini ise 1905 yılında Charmian Kittredge ile yapmıştır. Charmian Kittredge Amerikalı bir yazardır. Hatta eşine editörlük yapmıştır. London, son zamanlarını California'da satın aldığı çiftlikte geçirmiştir. 22 Kasım 1916 yılında 40 yaşında iken hayatını kaybeder. Ölümüne ilişkin birçok iddia ortaya atılır. Ölümüne böbrek yetmezliği, intihar ve ağrılarını dindirmek için aşırı doz kullandığı morfin sebep olduğu dile getirilir. Yazarın vasiyeti üzerine cesedi yakılır ve "Öldüğüm zaman küllerimin bu tepede dinlenmesini istiyorum." dediği yere götürülür. Şimdi yazarın külleri, eşininkilerle birlikte Jack London Eyalet Tarih Parkı'nda gömülüdür.
Kitap İncelemesi
Konusu
Yazar, "Martin Eden" kitabında işçi ve aristokrat sınıfı arasındaki farkı Martin ve Ruth karakterleri üzerinden anlatmaktadır. Bu kitap aynı zamanda yarı otobiyografik roman sayılmaktadır. Yazarın kendi hayatından izler taşımaktadır.
Martin, zengin bir ailenin kızı olan Ruth'a âşık olur ve onun seviyesine gelebilmek için kendisini entelektüel anlamda geliştirmeye çalışır. Ruth ile tanıştıktan sonra kendisinin hatalarını ve eksikliklerini görmeye başlar. Kendisinin içinde olduğu sınıf ile Ruth'un yer aldığı burjuva sınıfı arasındaki farkları gördükçe öğrenmeye daha çok sarılır. Ruth'un kalbini kazanmak için değişmeye karar verir. Bu süreçte dış görünüşünü, konuşma üslubunu ve eğitimini Ruth'un beğeneceğini düşündüğü şekilde değiştirmeye çalışır.
O zamana dek, tüm yaşamı boyunca, kaba ya da ince olmanın ayrımına varmamıştı. Kendisi hakkında böyle düşünmek aklına bile gelmemişti. (sayfa: 11)
Aynada kendisine bir kez baktı ve büyük bir ciddiyetle, yüksek sesle; 'Martin Eden, yarın sabah yapacağın ilk iş halk kütüphanesine gidip görgü kurallarını okumak olacak. Anladın mı!' (sayfa: 45)
Martin kendini yetiştirme süreci içerisinde Ruth ile yakınlaşmaya başlar. Martin ondan kendisinin nereden başlaması gerektiğini sorduğunda Ruth ona bıraktığı eğitimi tamamlamasını söyler. Martin sınıf atlamak ve Ruth'un kalbini kazanmak için gece gündüz çalışarak sınavları vermeye çalışır. Aritmetik gibi dersleri veremez fakat yazar olmaya karar verir. Ruth, Martin'i kendi çevresiyle tanıştırır. Martin bu çevredeki insanların bilgisine ve görgüsüne hayran kalır. Ama zamanla bilgisi arttıkça bu insanların aslında göründükleri gibi bilgili olmadığını fark etmeye başlar. Gözünde büyüttüğü burjuva sınıfının samimi olmadığını, dış görünüşe ve paraya değer verdiklerini görür. Entelektüel anlamda işçi sınıfından yüksekte olmadıklarını anlar. Martin, Ruth'un ailesi ve çevresi tarafından her türlü aşağılanmaya maruz kalsa bile pes etmeden çalışır. Dergilere yazılar gönderir ve yazılarını Ruth'a okutur. Ruth, Martin'in yazar olma hayaline inanmaz, Martin'in düzenli bir işe girmesi için ısrar eder.
Yüksek mevkilere çıkmış şu adamların entelektüel gösteriş ve sahtekarlıkları onu deliye çeviriyordu. Bir yüksek mahkeme yargıcı! Çok değil, birkaç yıl önce, çamurun içinden yukarıdaki bu görkemli kişilere bakar, onları tanrı yerine koyardı. (sayfa: 371)
Ruth'un anne ve babası, Martin'i kendi ailelerine damat adayı olarak uygun görmemektedir. Bir akşam yemeğinde Martin, Bay Morse ve aile dostu Yargıç Blount'un savunduğu Herbert Spencer'a yönelik eleştirilerine dayanamaz ve onlara hakaret eder. Ruth'un ailesinin istediği olmuştur. Daha sonraki günlerde yeni yetme bir gazetecinin konuşmalarını yanlış aktarması sebebi ile Martin'e sosyalist damgası vurulması ve Martin'in düzenli bir işe girmemesinde ısrar etmesi gibi durumların üst üste gelmesi Ruth'u Martin'den ayırır. Martin için hayatının bir anlamı kalmaz fakat yazmaya devam eder. Yazılarının birçoğu geri çevrilmektedir. Bir gün her şeyin bittiği anda Martin'in yaşamı değişir. Yazıları yayınevleri tarafından kabul edilmeye başlar ve sonraki süreçlerde kabul edilmeyen diğer yazıları da yayınlanır. Martin çok zengin olmuştur fakat çevresindekilerin samimiyetsizliğini daha net görür. Kitapta Martin'e yol gösteren, ona aristokrat sınıfının gerçek yüzünün göründüğü gibi olmadığını anlatan, o sınıfın verdiklerinden ötesine geçemeyen Ruth'tan ayrılmasını ve edebiyat piyasasındaki ortam nedeniyle yazar olmayı bırakmasını tavsiye eden zengin sosyalist şair Russ Brissenden, Jack London'ın yakın ilişki kurduğu dönemin Amerikalı şairi George Sterling'i temsil etmektedir. Brissenden'in ölümü ve Ruth'dan ayrılmak Martin'in hayatında büyük bir boşluk oluşturur. Hayatta en çok istediği hayallerine kavuşur ama mutsuzdur. Ona gerçekten değer verenlerin yoksul ev sahibi Maria ve çete arkadaşları olduğunu görür. Bu insanlar, Martin'i ünlü ve zengin olduğu için değil Martin olduğu için sevenlerdir.
Kitabın sonu benim için çok şaşırtıcı oldu. Bu kadar mücadeleden sonra Martin'in pes etmesi ve yaşamaktan vazgeçmesini beklemiyordum. Martin'in bu sonu hak etmediğini düşünüyorum. Denizde geçen ömrü denizde son buluyor. Martin'in böyle bir son yaşaması ile Jack London'ın ölümü arasında bağlantı kurmaya çalıştım. Acaba Jack London kendi ölümüne ilişkin mesajı Martin Eden üzerinden mi vermişti ? Onun ölümü ile ilgili tartışmalar netlik kazanmadığı için kitabı bitirdikten sonra bunu düşündüm.
Yazar, Martin Eden ile aralarındaki farklılığı şu şekilde dile getirmektedir:
Martin Eden için neden biraz üzülmeyeyim? Martin Eden bendim. Martin Eden bireyci idi, bense bir sosyalist. İşte bu nedenden ben yaşamaya devam ediyorum ve işte bu nedenden Martin Eden öldü. Bu kitap bireyciliğe bir saldırıdır. Martin Eden, başkalarının ihtiyaçlarının farkına varmayan aşırı bir bireycidir. Hayalleri kaybolduğunda, uğrunda yaşayacağı hiçbir şey kalmaz.
Jack London'ın eserlerine yönelik analizi ele alan akademik çalışmaları incelemeye çalıştım. İncelediklerim arasında Gülten Bulduker'in çalışması dikkatimi çekti. Çalışmada Martin Eden ile benzer kurguya sahip Halit Ziya Uşaklıgil tarafından kaleme alınan "Mai ve Siyah" romanı karşılaştırılmıştır. Her iki eserin de birbirine kurgu ve içerik açısından benzer yönleri olduğu vurgulanmaktadır. Martin Eden ve Ahmet Cemil karakterlerinin yaşamları, mücadeleleri, hayalleri benzerdir. Her iki karakterin yaşadıkları toplumda insanın manevî yönü unutulmuştur. Ün, para güç unsurları olarak anlatılmaktadır. Martin intihar etmeden önce çevresinde sorumluluğunu hissettiği kişilere maddi olarak kazandıklarını veriyor. Ardında sorumluluğunu taşıyacağı kimsesi kalmadığı için intiharı seçiyor. Ahmet Cemil ise tam intihar edecek iken annesini yalnız bırakmamak için vazgeçiyor ve siyah, yıldızsız bir gecede İstanbul'dan ayrılıyor.
Genel olarak Martin gibi gerçekçi, güzelliğe, ruha önem veren insanlar toplumda sayıca azdır. Jack London, dönemindeki bu burjuvazi anlayışın, kendini toplumun yüksek tabakası olarak görmesi ve alt sınıflardaki insanları aşağılamasını eleştirmiş. Toplumda o zamanki anlayışın hiç değişmediğini düşünüyorum. Şimdi de bir anlamda bizler modern köleleriz. Sistem ihtiyaçlarımızı belirliyor ve toplumun değerleri sistem tarafından belirleniyor. Ona uymak istemeyenler toplumda aynı Martin gibi garip karşılanıyor ya da dışlanıyor.
Alıntılar
Hayatım boyunca unutamayacağım kitapta çok beğendiğim yerleri not aldım. Ara ara aldığım bu notları okumayı seviyorum.
Martin ile Ruth'un operadan dönüşte birbirlerine opera ile ilgili görüşlerini belirtirken Martin fikrini şu şekilde belirtiyor:
Dünyadaki müzik otoriteleri haklı olabilir. Ama ben benim. Kendi beğenimin, çoğunluğun beğenisine boyun eğmesine izin veremem. Eğer bir şeyden hoşlanmıyorsam ondan hoşlanmıyorumdur, hepsi bu; ve çoğunluk hoşlanıyor ya da hoşlandığını sanıyor diye, hoşlanıyormuş gibi yapmam için de tek bir neden yok. Hoşlandığım ve hoşlanmadığım şeyler konusunda modaya uyamam. (sayfa:236)
Martin'in yazılarını dergilere gönderdikten sonra yayın dünyasının gerçek yüzünü tanıması ile yaşadığı hayal kırıklığını anlatıyor:
Demek sanatın pazardaki fiyatı buydu: On kelime başına on sentten beş bin kelimeye beş dolar. (sayfa: 245)
Martin ünlü ve zengin olunca kendisinden nefret edenlerin bir anda ona yaklaşmaya çalışmasını gördükçe aklından bunları geçirmektedir:
Kimsenin kendisini yemeğe çağırmadığı, açlık içinde geçen günlerini hatırlıyordu. Asıl o zaman ihtiyacı vardı bu yemeklere, o yemekler olmadığı için güçten düşmüş, açlıktan bayılmış, bir deri bir kemiğe dönmüştü. İşin çelişkisi buradaydı. Yemek istediğinde kimse yemek vermemişti ama şimdi, kendine binlerce yemek satın alabileceği, iştahının kesildiği sırada sağdan soldan yemek davetleri yağıyordu. Ama neden? Bunda bir adaletsizlik vardı. Üstelik kendisinde herhangi bir değişiklik de olmamıştı. O gün ne idiyse bugün de oydu. (sayfa: 431)
Ruth'un Martin'den af dilemeye geldiği zaman Martin'in ona söyledikleri:
Yaradılışımda gerçekçilik var benim, burjuva ruhuysa gerçekçilikten nefret eder. Burjuvazi alçaktır, hayattan korkar. Sen de benim hayattan korkmam için çabalıyordun. Beni biçimlendirecektin. Beni, tüm değerleri sahte, yanlış ve bayağı olan, kuş yuvası gibi bir hayatın içine tıkacaktın. (sayfa: 450)
Film

2019 yılında İtalyan yönetmen Pietro Marcello tarafından kitabın filmi çekilmiştir. Filmi, kitabı okuma süreci içerisinde izledim. Hayatımda unutamayacağım bir kitabın filmi benim için tam bir hayal kırıklığı oldu. Kitap ve film arasında farklılıklar vardı, bunu normal karşılıyorum. Fakat beni hayal kırıklığına uğratan kitapta hissettiğim duyguların yoğunluğunu oyuncuların performansında göremedim ve bazı kısımların çok yüzeysel ele alındığını düşünüyorum. Mayıs ayında okuduğumuz Çizgili Pijamalı Çocuk kitabının filmi ile birbirini tamamladığını düşünmüştüm. Kitapta hissettiğim duyguları filmde de hissetmiştim.
Kaynakça:
Bulduker, G. (2018). "Martin Eden" ile "Mai ve Siyah" romanları üzerine bir karşılaştırma. Türkoloji Dergisi, 22(2), 58-72. Erişim adresi: https://bit.ly/3bYRJrR
Elements of autobiography in Martin Eden by Jack London. (2017). 21 Mayıs 2021 tarihinde https://bit.ly/3c0nq42 adresinden erişilmiştir.
Jack London. (2021). 21 Mayıs 2021 tarihinde https://bit.ly/3fS2SMs adresinden erişilmiştir.
Jack London-Martin Eden tahlili. (2021). 21 Mayıs 2021 tarihinde https://bit.ly/3upt9XB adresinden erişilmiştir.
London, J. (2010). Martin Eden. (Çev. Jülide Kayaş). İstanbul: İthaki Yayınları.
Nazlı, O. (2019). Jack London'ın eserlerinde çalışma ilişkileri. (Yüksek Lisans Tezi). Yalova Üniversitesi, Yalova. Erişim adresi: https://bit.ly/3oT3ky7
Comments